Genel

Türbelerin İslamda ki yeri nedir? Kuran’a göre mezar şekilleri nasıl olmalıdır?

Konuya geçmeden önce, türbeler, türbe ziyaretlerinin ne kadar İslamiyet dinine uygun olup olmadığını daha iyi kavrayabilmemiz Kuran’da ki bazı ayetleri hatırlatmakta fayda var! Zira Allah tüm konuları apaçık bir şekilde Kuran’da anlatmıştır ki, kimse din tacirlerine inanıp, onların söylediklerine kanmasın, onların söylediklerini İslam’dan bilmesin… O yüzden Allah’ın ilk emri İkra’dır.. Yani öğren ve öğrettir. (İkra’nın anlamı oku demek değildir. İkra demek öğren ve öğrettir. O yüzden Peygamberimizde önce öğrenmiş ve sonra öğrendiklerini eksiksiz ve fazlasız bir şekilde öğretmiştir.)

Nahl Suresi, âyet 20-21 :

“Allah dışında yakardıklarınız hiçbir şey yaratamazlar. Onların kendileri yaratılmaktadır. Hayat bulmaz ölülerdir onlar. Ne zaman diriltileceklerini bile bilmezler.”

Fatır Suresi, âyet 13, 14 :

“Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş’i ve ayı buyruk altına almıştır. Her biri belirlenen bir süreye kadar akıp gidiyor. İşte Rabbiniz Allah bu, mülk ve yönetim O’nundur. Onun dışında yakardıklarınız ise bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onlara çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin onları ortak koştuğunuzu inkar ederler. Hiç kimse sana, Tek bir olan Allah’ın verdiği gibi haber veremez.”

Yine Fâtır Suresi âyet 22 :

“Diriler de eşit olmaz, ölüler de. Allah dilediğine işittirir. Ama sen, kabirdekilere işittiremezsin.”

Ayetler bu kadar açık ve net olmasına rağmen, kabirlere, türbe ziyaretlerine giderek, sözde Allah dostu dedikleri zatlardan yardım dilerler. Bazıları ise ‘’biz sadece Allah’tan yardım isteriz, bu zatı kimseyi de dualarımızın kabulü için aracı ediniriz’’ der. ‘’Şu şu kimsenin yüzü suyu hürmetine şu şu duamı kabul eyle Yarab der…’’

İyi de Allah’ın dostları yani astları olur mu hiç? Bakın Allah Kuran’da bu konuda ne diyor!..

Aşağıda bu konu hakkında verilen ayetleri çok daha iyi anlayabilmeniz için, Kuran’da geçen ‘’Rab’’, ‘’Rabb’’ kelimesinin asıl anlamını iyi bilmeniz gerekmektedir.

RABB NE DEMEKTİR?

Rabb, “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten” demektir. Bu sözcük, mutlak anlamda sadece Allah için kullanılır. Rabb sözcük ve anlam olarak yönetici, düzenleyici, patron anlamındadır. O yüzden Peygamberimize ilk vahiy gelmeye başladıktan sonra senin Allah dediğin kim? Nasıl bir şey? Gibi sorular sormaya başladılar ve Allah kendisini Fatiha Suresinde tanıttı ve İnsanlara kendisini tüm alemlerin Rabbi yani yöneticisi olduğunu bildirdi!. Halbu ki o dönemde Ebu Cehiller kendilerini yeryüzünün Rabbi yani yöneticileri olarak kabul ediyorlardı ve Allah vahide hayır sizler değil tüm Alemlerin Rabbi, sahibi benim dedi ve kendisini Rahman ve Rahim olduğunu söyledi. (Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah’a mahsustur)

Kuran çerçevesinde de Rabb konusunda şunları söyler; Kim sizi yönlendiriyorsa, neyden vaz geçemiyorsanız, kimin emrine tabiyseniz işte Rabbiniz odur der Allah… Yani bir insanın Rabbi parada olabilir, bir siyasi liderde veya her şeyi uğruna harcadığı bir kadında olabilir. Kiminde Rabbi Allah’tır çünkü o kişi Allah’tan başka kimsenin sözüne itibar etmez. Allah’ın sözü ise Yüce Kuran’ı Kerim’dir. Kulluk etmek de kimi rab ilan ettiysen onun sözünü emirlerini tartışmasız yerine getirmek demektir. Örneğin, birisi size şunu vur veya git şunu yap dedi ve siz onun sözlerini eğer Kuran’a göre doğru olup olmadığını sorgulamadan yaparsanız, veya Kuran’da yasak olduğunu bilmenize rağmen o kişinin söyledikleri her şeyi yerine getirirseniz, siz istediğiniz kadar ‘’ben sadece Allah’a kulluk ederim’’ deyin… Aslında siz o kişinin kulu olmuş olursunuz. Çünkü sizi yönlendiren Allah değil, o kişidir.

Şimdi bu konu iyi anlaşıldığına göre ayetleri okuyalım… Bakalım Allah bu sözde astlar yani kendilerini Allah’ın dostu olarak görenler için ne diyor?…

Âl-i İmran/ 64

64.De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze; ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim’ ilkesine geliniz. Buna rağmen eğer Kitap Ehli, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim müslimler olduğumuza şâhit olun” deyin.

Âl-i İmran/ 80

80.Ve Allah size, doğal güçleri; zorbaları, zorba yönetimleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi emreder mi?!

Tevbe/ 31

31.Onlar, Allah’ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ’yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır.

Bu ayetlerde görüldüğü üzere Allah, kendi astlarından kimseye; peygamber, iktidar sahipleri, imam, rahip haham gibi din bilginleri vs’nin rabb ve ilah edinilmemesi yönünde gerekli uyarıları yapmıştır.

Peygamberleri Rabb edinmek, Onların vefatından sonra ama ifrat neticesinde veya dini yozlaştırmak amacıyla hain düşmanlar marifetiyle yapılır. Onlar adına hükümler uydurulup dine ilaveler, katkılar yapılır.

Hıristiyanlar da İsa peygamberi Rabblaştırdılar, ilahlaştırdılar ve Halis din bozuldu. Bu gün Allah’ın gönderdiği dinden eser yok. Bu olay Kur’an’da şöyle özetlendi:

Meryem /34.İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30.Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31.Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/ vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32.Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33.Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36.Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O’na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” diyen Meryem oğlu Îsâ’dır.

Maide/ 116- 118

116-118.Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” Îsâ; “Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim içimde/ özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/ beni öldürdün, Sen, onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapanın ta kendisisin” dedi.

Geçmişte zorbaların ilahlığına ve Rabbliğine en iyi örnek firavun ve Mekke ileri gelenleridir. Onlar da kendilerini rabb ve ilah olarak görüyorlardı ve dünyada düzenleri akıllarınca kendileri kuruyorlardı.

Naziat/ 21-25

21-24.Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.

25.Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi.

Kasas/38

38.Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ’nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o’nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.

Alak/ 3-5

3-5.Öğren -öğret!

Senin Rabbin ise kendilerini üstün biri sayan o kişilerden daha üstün olandır. Senin Rabbin ki kalemle öğretti. O, insana bilmediğini öğretti.

ALLAH İLE KENDİ ARASINA ARACI KOYMAK-TAYİN ETMEK

İnsanların aracı ilahlar edinme sapkınlığı, onlarda bir takım görünmez güçlerin, fonksiyonların olduğuna, onların Allah’ın yakınları, hatırlı kulları olduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ihtiyaçlarını Allah’tan isterken kendileri ile Allah arasında bu sözde hatırlı varlıkları devreye sokarlar. Onların aracı olmasını, kendilerini Allah’a yaklaştırmasını isterler.

Kulluk yaparken, dini yaşarken, Allah’tan istekte bulunurken birini ara­cı koymak kişiyi şirke sokacak davranışlardandır. Gerçek mümin “Biz sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz” inancını korumak zorundadır. Allah’a dua ve kullukta araya birilerini sokmak hem Allah’ı takdir edememek, hem de Allah’a ait olmayan şeyleri dine katmak demektir. Duada aracı yapılan kişilerin Allah katında değeri olduğu kabulünün hiçbir aklî ve nakli delili yoktur. Allah, mahlûklarına kendilerinden daha yakın, kalplerinden geçenleri en iyi bilendir. Bu nedenle, ibadette bir aracıya ihtiyaç hissetmek halis din anlayışına tamamen aykırı bir davranıştır.

Bu konu yeterince anlaşıldı ise asıl konumuz olan Türbeler, Türbe ziyaretleri, kabir ziyaretleri, İslamiyet’e göre mezarlıklar, türbelerden medet umma gibi konular hakkında Allah’ın bizlere neler söylediğine bakalım;

KURAN ÖLÜLERE DEĞİL DİRİLERİ CANLANDIRMAK İÇİN OKUNUR

İnsanın dünyadaki esas varlığı ölümü ile biter, geriye insanın toz-toprak yanı kalır. Zaten insanın bedeni yeryüzündeki bilinen değişik maddelerin birleşmesinden oluşmuş idi. Ruh gidince beden çirkinleşir. Bunu Kur’an’da Maide suresinin 31. ayetinde “Sev’ât/çirkinlik” olarak yer aldığını görüyoruz. Bu çirkinliğin ortadan kaldırılması gerekir. Toprak olacak cesedin ve toprak olmuş maddelerin hiç mi hiçbir değeri yoktur. Mezar kazılıp toprağa gömülmesi yada uzak doğu dinlerinde olduğu gibi yakılması değerinden değil, kokuşmasının çevreye vereceği zararı engellemek içindir. Cesedin yıkanması, kefenlenmesi, Mezarın şekli gibi cesedin defin işlemlerinin hiç birisinin Din ile ilgisi yoktur. Eskiden kalma geleneklerin devamıdır. Bu geleneksel uygulamaların ve uygulamaların farklılığının dinen de her hangi bir sakıncası yoktur. İslam dini gelmezden evvel de ölüm vardı, insanlar ölürlerdi ve geleneklerine göre gömülürlerdi. Aynı işlem İslâm’ın zuhurundan sonra da devam etti ve ediyor, edecek de. İslam dini DİRİLERİ UYARMAK için vardır, Kur’an DİRİLERİ UYARMAK için inmiştir

Ya Sin suresi ayet 69, 70:

“Ona şiir öğretmedik, zaten bu, ona gerekmez de. Bu, bir ÖĞÜT ve apaçık bir Kur’an’dır. DİRİ OLAN KİMSEYİ UYARSIN ve Söz inkarcıların zararına gerçekleşsin diye.”

KABİR ZİYARETLERİ SADECE ÖLÜMÜ HATIRLAMAK İÇİN YAPILMALIDIR

Hadis kitaplarında yer alan, Peygamber efendimizin mezar ve ölü gömme uygulamaları, normal olarak o günkü toplumun geleneklerinden ibaret olan şeylerdir. Cesedin maddi ve manevi herhangi bir değeri olmayınca doğal olarak kabrin ve mezarlığın da herhangi değeri, kıymeti ve kutsiyeti söz konusu olamaz. Peygamberimiz ilk yıllarda kabir ziyaretlerini yasaklamıştır. Çünkü o zamanın insanları henüz tevhid bilincine erememişlerdi. Şirk pisliğine bulaşıyorlardı ve de bulaşabilirlerdi. Biliniyordu ki binlerce senedir, doğulu-batılı milletler değer verdikleri kişilerin mezarlarını tapınak edinebiliyorlardı. Arapların bir çoğu atalarından kalan kültürlerle, kabirleri mabet edinirler, bazı ölülerini de ifrat ölçüsünde medhederken ölçüyü kaçırıp ilahlaştırırlardı. Daha sonraları insanlarda tevhid bilinci gelişince Peygamber efendimiz :

“Sizlere daha önceden kabirleri ziyareti yasaklamıştım, artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz, çünkü bu ziyaret, dünya bağını kırar, ölüm sonrasını hatırlatır.” buyurarak, mezarlık ziyaretini serbest bırakmıştır.

Mezarlık ziyaretinin serbest olmasının nedeni: Ölümü, ölüm sonrasını ve insanın sonunun neler olacağını göstermesi ve hatırlatmasıdır. Diğer bir ifadeyle insana ibret olup ders vermesidir. Onun için Mezarlar ders ve ibret verecek bir yapıda olmalıdır. kabirlerin, bu amaca hizmet edebilmeleri harap yapılarıyla mümkündür. beton ve mermer yapılı, şatafatlı kabirler ders ve ibret duygusu vermediklerinden çirkin/mekruh sayılırlar.

ZAMANLA YAHUDİLER GİBİ KABİRLERE KUTSALLIK VERİLMİŞTİR

İslâm’da işin aslı bu iken, maalesef zaman içerisinde Müslümanlar da İslâm öncesi cahil müşrik kitleler gibi bazı kimselerin kabirlerine kutsallık vermişler, onları mabetlerinin içine veya bitişiğine ya da başka yerlerde türbeleştirmişlerdir. Üstelik mezarları altınla kaplamışlardır. Binlerce sene evvel yaşamış peygamberlere yada başka kimselere kabir tahsis edip buraları kutsallaştırmışlardır. Bazı mezarların yanına mescitler/camiler inşa edilmiş yada bazıları mescitlere/camilere veya mescit/cami kenarına gömülmüştür. Bu mescitler zaman içinde orada gömülü olduğu bilinen veya sanılan kişinin adıyla anılır olmuştur. Memleketimizin dört bir yanında veya diğer ülkelerde yüzlerce örneği vardır. Cahil kitleler de o mezarlarda yatan kişileri, kendisi ile Allah arasına aracı, kendisine şefaatçi yapmak suretiyle imanını kirletmektedir. Bu kabirler, bu türbeler kimin kabri, kimin türbesi olursa olsun. İsterse peygamber kabri olsun fark etmez. Sürekli oralara yüz sürülmede orada yatanlardan medet umulmaktadır. Ya da orada yattığı kabul edilen kişinin Allah’la kendi aralarında yardımcı, şefaatçi ve aracı olmaları istenmektedir. Mescit içlerinde veya kenarlarında kabirler ve türbelerin varlığı tevhidi zedeleyici işlerin oluşmasına sebebiyet vermektedir. O nedenle ya mescitlerin kabirlerden uzaklatırılması, ya da kabirlerin mescit kenarlarından uzaklara taşınması gerekmektedir. Buna peygamberimizin mescidi ve mezarı da dahildir.

Peygamber mezarını veya Evliya diye vasıflandırılmış (Eyüp Sultan, Mevlânâ, Telli Baba, Zilli Baba vs.) kişilerin mezarlarını ziyaret ve onlar hürmetine Allah’tan yardım istemek, onların şefâatini ummak İslâm’da olmayan davranışlardır.

Peygamber efendimizin son günlerinde ölümüne neden olan hastalığı sırasında, hasta yatağından ümmetine son ihtarlarından birine bakın:

Sahih-i Buhari, Kitabü-l Libas, 19. Bab, 33 Numaralı hadis:

“Allah’ın lâneti Yahudiler ve Hırıstiyanlar üzerine olsun. Onlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine mescitler edindiler.” buyurdu ki, maksadı onların yaptıklarından ümmeti sakındırmaktı.”

Bu hadis Sahih-i Buharide; Kitabu-l Cenaiz, 61 Bab, 86 numarada ve 96.Bab, 144 numarada da yer alır. Ne yazık ki bizim ülema bu hadisi ana konusunda değil de, battaniye (hamise) örtmenin bir sakıncası olmayacağına mesnet olarak ele alırlar.

PEKİ BU TÜRBE İNANIŞLARI NEREDEN ÇIKMIŞTIR

Türbe ve türbe ziyaretleri Yahudilik inancından gelen bir gelenektir ve Müslümanlar ile Yahudilerin iç içe yaşamasından kaynaklı sonradan İslamiyet’e mal edilmeye çalışılan bir anlayıştır. Bunda Şamanizm inancının da etkileri büyüktür. Çünkü Şamanizm’de iyi ruh ve kötü ruh inancı vardır ve ruhların devamlı yeryüzünde kendilerini ziyaret ettiğine inanılır.

Türbelerin İslamda ki yeri nedir? Kuran’a göre mezar şekilleri nasıl olmalıdır?

Yahudilikte Türbe inancı yaygındır. Ve yahudiler ölülerine mezar taşları yapar ve etrafını oduvarla-mermerle çevirirler. Aynen biz günümüz müslümanı geleneğinde göründüğü gibi.

Türbelerin İslamda ki yeri nedir? Kuran’a göre mezar şekilleri nasıl olmalıdır?

Ve onlar kabirlerine giderek Tevratt’tan sözler okurlar.. Aynen biz günümüz müslümanların yaptığı gibi…

Türbelerin İslamda ki yeri nedir? Kuran’a göre mezar şekilleri nasıl olmalıdır?

Türbe ziyaretleri, kabir başlarında Kuran okuma geleneği sizce bir tesadüf mü? Hiç de değil…