Eğer İslamiyet Hz. Muhammet Peygamber efendimiz (S.A.S)’nin yaşadığı yıllarda olduğu gibi süre gelebilseydi, dünyanın çoğunluğu müslüman olur ve kimse ne canından nede fakirlikten korkmaz, hiçbir masumun canı yanmaz, belki de dünya tek bir devlet haline gelebilirdi. Ama Allah, geleceği bildiği için Kuran’da ‘’pek azınız hariç doğru yoldan kendinizi sapmış bulacaksınız’’ der. Arapça edebiyatında ‘’bin’’ kelimesi şimdiki anlamıyla normal 1000 değil çok çok ama çok demektir. ‘’Pek Azı’’ demek ise çok çok çok az demektir. Nihayetinde de Allah’ın bu bizlere sunduğu kanıtı günümüzde kendi gözlerimizle görmekteyiz.
MÜSLÜMAN BİR TOPLUMDA KİMSE FAKİR OLMAZ
Allah, Kuran ile hükmedenlerin yani Allah’ın öğütlerine, emir ve yasaklarına uyan bir toplumun Allah’ın koruması altına gireceği ve o toplumda ki kimsenin asla fakirlikten korkmayacağını, zulüm görmeyeceğini ve asla sıkıntıya düşmeyeceklerini söylüyor. Ama günümüze baktığımızda Dünya’da 2 milyardan fazla müslüman nüfusu olmasına rağmen, müslüman diye bildiğimiz topraklarda asla kan eksik olmuyor, zulüm eksik olmuyor, insanların çoğu açlıktan ya ölüyor ya da çok zorlu bir hayat yaşıyor. Bunun tek bir anlamı var. Allah yanılmayacağına göre, insanlar ya gerçek İslamiyet’le hiç tanışmamış ya da İslamiyet’i bilerek reddediyor. Ama kime sorsan ben Müslümanım diyor. O halde ikinci şıkkımız daha geçerli. Yani insanların pek çoğu kendini müslüman sanıyor yani pek azı hariç doğru yoldan sapmış durumda.. Ki Allah’ta Kuran’da aynen öyle söylüyor… Bu konu Maide Suresinin 13 Ayetinde şöyle geçer;
‘’Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları dışladık ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/ sözcüğü yerlerinden/ öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen, onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.’’
O zaman kendisine Müslümanım diyenlerin neden çoğu aslında gerçekte müslüman değil? Ya da neden çoğu müslüman, gerçek İslamiyet’i bilmiyor? Bu soruların ve daha fazlasının cevabı kesinlikle Kuran’da anlatılmıştır. Lakin, Allah Kuran’da apaçık bir dille insanlara, Kuran’ı ‘’anlayarak, tane tane (idrak ederek), öğren ve öğret (ikra), herşeyi apaçık anlattık…) demesine rağmen insanlar Kuran okumayı tilavet zannedip (ezbere okuma) tekrarlayıp durmuşlardır. Ama okudukları kalplerine (beyinlerine) girmediği için bir konuda Allah’ın bizlere olan öğüdü, emirleri, nasihatleri doğru bir şekilde anlaşılmamıştır.
İNDİRİLEN DİNDEN UYDURULMUŞ DİNE
Geçmiş zamanlarda da herkesin evinde Kuran olmadığı için insanlar İslamiyeti belirli kimselerin yanına giderek öğrenmiş ama çoğu Allah’ın değil o gittikleri kimselerin anlayışına göre dinlerini öğrenmişlerdir. Buda süre gelen zaman içerisinde insanların, ritüellerle dolu (Allah’ın haram kıldığı), batıl inanışların ve batıl geleneklerle içi doldurulan, uydurma hadis ve rivayetlerle, masallarla içi doldurulan yeni bir din yaratmışlardır.
Bir toplumun dinini değiştirmek için ‘’Dil’ini’’, dili değiştirilen bir toplumunda dinini değiştirmek çok basittir. Örneğin Fetih ve Cihat Kavramı. Örneğin Dua kavramı… Bu kavramlar, manası değiştirilen yüzlerce kavramlardan sadece bir kaçı… Kavramları değiştirelen kelimeler yüzünden bugün bir birinin kafasını kesen sözde cihadçılar, terör örgütleri, insanları bir birinden kutuplaştıran mezhepler türemiş ve her ne olursa olsun nefsi müdafa olmadığı müddetçe (ki bunda bile sınır getirilmiş) asla ve asla hiç bir insanın canına kıyamassın diyen Allah’ın kesin emri nefse kurban edildiğini görüyoruz…
Konudan fazla uzaklaşmamak amacıyla Fetih Ve cihat kavramını sırası ile ele alalım..
FETİH SÛRESİ
Adını 1. âyetteki قتح[feth] sözcüğünden ve bu sûrenin ana konusu olan Mekke’nin fethinden alan sûrenin, Medîne döneminde 111. sırada indiği kabul edilir. Târih kayıtlarına göre bu sûre, hicret’in 6. yılında Hudeybiye Barış Antlaşması sonrasında Medîne’ye dönüşte inmiştir.
Sûrede, birtakım hayırlı hâdiselerin [Hayber ve Mekke’nin fethi] müjdesi verilir, mü’minlerin ölünceye kadar Allah yolunda cihad edeceklerine dair Rasûlullah’a verdikleri sözden [Biatu’r-Rıdvân’dan] övgüyle söz edilerek mü’minler onurlandırılır. Rasûlullah ile birlikte sefere çıkmayanlar, ikiyüzlüler kınanır. Ayrıca Elçi’nin görevi ve gönderiliş amacı bir kez daha hatırlatılır.
Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için önce Hudeybiye Barış Antlaşması’nın ansiklopedik düzeyde de olsa bilinmesi gerekir:
HUDEYBİYE BARIŞI ve RIDVAN BİATI
Rasûlullah ve Muhâcirlerin Mekke’den ayrılmasının üzerinden altı yıl geçmiş ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı. Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Medîneli Ensâr’da da Ka‘be’ye karşı özlem oluşmuştu. Müslümanların hepsi, Mekke’yi ve Ka‘be’yi ziyaret etmek istiyorlardı.
Bu genel istek üzerine, Rasûlullah, Mekke’ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi.
Hazırlıklar yapıldı ve Zilkâde’nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi ile birlikte Mekke’ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar.
Mekkeli müşrikler bu durumu öğrenince toplandılar ve ne pahasına olursa olsun Rasûlullah’ı Mekke’ye sokmamaya karar aldılar. Rasûlullah’ın Mekke’ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler.
Bu arada Rasûlullah ve beraberindeki mü’minler Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi.
Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin durum ve tutumlarını öğrenmek için Mekke’ye, Hudâalılardan Hıraş b. Umeyye’yi elçi olarak gönderdi. Elçi Umeyye, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be’yi ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildirdi. Buna rağmen müşrikler, devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip Umeyye’yi kurtardılar. Umeyye geri dönerek durumu Rasûlullah’a anlattı.
Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke’ye sokulmasını kendileri için büyük onursuzluk sayıyor ve bütün Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde yorumluyorlardı.
Bu gelişmeler üzerine Rasûlullah, Ömer’i göndermek için yanına çağırdı. Ömer, Mekkelilerin kendisine olan kinlerinden dolayı güvende olamayacağını, kimsenin de kendisine yardıma gelmeyeceğini ileri sürerek, Mekke’de hâlâ hatırı sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman b. Affân’ı göndermesini istedi.
Bunun üzerine Rasûlullah, Osman b. Affân’ı çağırıp, onu Kureyş’e gönderdi. Osman b. Affân Mekke-i Mükerreme’ye varınca, önce Rasûlullah’ın mesajını iletti ve, “Biz, Hudeybiye’ye muharebeye gelmedik, yalnızca ziyaret ve umre yapmak için geldik” dedi.
Bu arada Kureyşliler Osman’a, “İstersen sen Ka‘be’yi tavaf et; ancak hepinizin Mekke’ye girmesine ve Ka‘be’yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Osman’ın bunu reddetmesi üzerine de onu Mekke’de alıkoyup göz hapsinde tuttular.
Bu arada Hudeybiye’de bulunan Müslümanlar arasında, Osman’ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bu haber üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün mü’minler, Allah adına o’na biat ettiler; ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere söz verdiler. Bu sözleşme, semure ağacı altında olmuştu. Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden ilham alınarak bu biata, “Biatu’r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biatın alınışında altında durulan ağaca da “Şeceretu’r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir.
Kısa bir aradan sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşılmıştır.
Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz, buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be’yi ziyarettir, umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir süre için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah’a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış öneriyordu.
Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü’nün kararlılığı yüzünden savaşı göze alamadılar, Osman b. Affân ve bir kısım Mekke’deki Müslümanları serbest bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr’ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Rasûlullah’a gönderdiler. Burada meşhur “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı.
Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna göre;
1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı.
2) Müslümanlar, bu yıl Ka‘be’yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke’de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.
3) Mekke’den birisi Müslüman olarak Medîne’ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medîne’den Mekke’ye sığınanlar iade edilmeyecekti.
4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.
Bu antlaşmasının bütün şartları, görünüşte Müslümanların aleyhine idi. Bu nedenle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu antlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. “Sen, Allah’ın Rasûlü değil misin? Davamız hakk dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye serzenişte bulundular.
Hudeybiye’de 19 gün kalındıktan sonra Medîne’ye doğru yola çıkıldı. Yolda, bu sûre indi.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
1-3.Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye, sana apaçık bir fethi açtık.
4.O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah’ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
7.Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah’ındır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
8,5,6Şüphesiz Biz, mü’min erkekler ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi ve onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur–;
ve Allah hakkında kötü zanda bulunan o münâfık erkekler ve münâfık kadınları, Allah’a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları dışlamış; rahmetinden mahrum bırakmış ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!–; seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.
10.Şüphesiz sana bağlılık yemini eden şu kimseler, gerçekte Allah’a bağlılık yemini etmektedirler. Allah’ın gücü; nimetleri, yardımları onların güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin üzerindedir. O nedenle kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah’a verdiği söze vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.
11.Bedevi Araplardan geri bırakılmış; sizinle gelmemiş olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti/alıkoydu. Hadi Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, size bir zarar dilediyse veya bir yarar dilediyse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Tam tersi Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
12.Aslında siz, Elçi ve mü’minlerin, ailelerine/yakınlarına sonsuza dek geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz, kötü zanda bulundunuz ve değişime/yıkıma uğramış bir toplum oldunuz.
13.Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için çılgın bir ateşi hazırlamışızdır.
14.Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
15.Siz, ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar: “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz.
Allah, daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar: “Tam tersi, siz, bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Tam tersi onlar, pek az şey dışında anlamazlar.
16.Bedevi Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: “Siz, yakında çok kuvvetli bir topluma karşı çağırılacaksınız, onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar.
Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.”
17.Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur.
Bununla beraber kim Allah’a ve Elçisi’ne itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.
18,19.Andolsun o ağacın altında sana bağlılık yemini ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur.
İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu/ moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile ödüllendirmiştir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
20,21.Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın sizin için kuşattığı başka şeyleri, siz yararlanasınız ve mü’minlere bir alâmet olsun, Allah sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte Allah, bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
22,23.Ve eğer kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah’ın öteden beri gelen kanunu/ uygulaması olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir yol gösteren, koruyan yakın ve yardımcı da bulamazlardı.
24,25.Ve Allah, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin vadisinde; Hudeybiye’de, Allah’ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen ve sizi Mescid-i Haram’dan ve ayarlanmış hedylerin/ hac yapanlara gönderilen yiyeceklerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı kesinlikle onlardan Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.
26.Hani kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah, Elçisi’nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu/ morali indirmiş ve o mü’minlerin “takvâ/Allah’ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti/sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.
27.Andolsun ki Allah, Elçisi’ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz” vizyonunu hak ile doğru çıkardı. Öyleyse Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast/yakın bir fetih kıldı.
28,9.Allah, hak dini bütün dinlere üstün kılmak için; 9Allah’a ve Elçisi’ne iman etmeniz, O’na yardım etmeniz, O’na saygı göstermeniz ve her zaman O’nu her türlü noksanlıktan arındırmanız için Elçisi’ni doğru yol kılavuzu Kur’ân ve hak din ile gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.
29.Muhammed, Allah’ın elçisidir./Allah’ın elçisi Muhammed ve onunla beraber olan kimseler de, Allah’ın, kendileriyle düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah’ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek Allah’ın birliğini öğretenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak görürsün. Onların Allah’a teslimiyetlerinden nişanları, tüm varlıklarında/ her taraflarında belli olur. Bu, onların Tevrât’taki örnekleridir. Onların İncîl’deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere bağışlama ve büyük bir ödül söz vermiştir.
TAHLİL:
1-3.Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye, sana apaçık bir fethi açtık.
4.O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah’ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
7.Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah’ındır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
8,5,6.Şüphesiz Biz, mü’min erkekler ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi ve onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur–;ve Allah hakkında kötü zanda bulunan o münâfık erkekler ve münâfık kadınları, Allah’a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları dışlamış; rahmetinden mahrum bırakmış ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!–; seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.
Bu âyetlerde, ilk önce Rasûlullah’a, Hudeybiye Antlaşması’nın getireceği iyi sonuçlar gâyet veciz bir şekilde bildirilmekte, sonra da Allah’ın insanlar ve mü’minler için lütfettiği maddî ve manevî nimetler sayılmaktadır.
Pasajın başında konu edilen fetih, “Hudeybiye Antlaşması”dır. Bu antlaşma, zâhiren mü’minlerin aleyhine görünüyordu. Sahabenin çoğu bununla, müşriklere taviz verildiğini, başarısız olunduğunu düşünüyorlardı.
Hudeybiye Antlaşması’nı müteakip nâzil olan bu âyetlerde, bu antlaşma, büyük fetihlerin ilk aşaması, kapının aralanması olarak nitelenmiş, bu sayede, Allah’ın, Elçi’nin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlayacağı, o’na olan nimetini tamamlayacağı, o’nu dosdoğru yola kılavuzlayacağı ve o’na çok güçlü bir zaferle yardım edeceği bildirilmiştir.
Nitekim, ileriki âyetlerde de görüleceği üzere bu antlaşma sayesinde Hayber, sonra Mekke ve daha birçok belde fethedilmiştir. Bunların hepsi Hudeybiye Antlaşması’nın mü’minlere sağladığı imkânlar sayesinde olmuştur. Bu imkânlar, özetle şöyle sıralanabilir:
• Hudeybiye Antlaşması ile Mekkeliler, Medîne İslâm toplumunu resmen tanımışlar ve bu sayede de İslâm dini kabileler arasında büyük bir önem kazanmıştır.
• Hudeybiye Antlaşması’ndan önce Müslümanlarla müşrikler arasında hemen hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiye’den sonra iki taraf arasındaki ticarî ve ailevî ilişkiler canlandı. Rasûlullah ve mü’minler, istedikleri yerde İslâm’ı rahatça tebliğ etme imkânına kavuştular. Bunun sonucu olarak da İslâm dini hızla yayılmaya başladı. Öyle ki, Hudeybiye Antlaşması ile Mekke’nin fethi arasında geçen 2 yıl içinde Müslüman olanların sayısı, Hudeybiye’den önceki 19 yıl boyunca Müslüman olanların iki katına ulaştı.
• Bu antlaşmadaki 1. maddenin hükümlerinden yararlanan mü’minler, Mekkelilerden emin olduklarından Hayber’i fethettiler. Bu antlaşma olmasaydı, Mekkeliler Hayberlilere yardım edecek ve Hayber fethedilemeyecekti.
• Antlaşma maddelerinden Müslümanları en çok üzeni, Mekke’den kaçan Müslümanların iade edilmesiydi. Bu madde gereği acı olaylar (Ebû Cendel’in, babası Amr oğlu Süheyl’e teslim edilmesi gibi) yaşanmıştı. Fakat bu madde de mü’minlerin lehine gelişti. Şöyle ki: Mekke’de sıkıntı çeken mü’minler, Medîne’ye kabul edilmeyince, Mekke-Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde kendilerine bir üs kurdular. Kısa zamanda sayıları 300′e ulaşan Müslümanlar, müşriklerin kervanlarına baskın yapmaya başladılar ve Mekkeli müşriklerin zayıf düşmesini sağladılar. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri, bu maddenin antlaşmadan çıkarılmasını talep ettiler. Rasûlullah da taleplerini kabul ederek İs’teki Müslümanları Medîne’ye çağırdı.
Tüm bunlar, Hudeybiye Antlaşması’nın bir taviz değil, mü’minlere feth-i mübinlerin kapılarını açan bir antlaşma olduğunu göstermiştir.
Hudeybiye Antlaşması’na, Rasûlullah henüz hicret etmeden Kehf sûresi’nin Zülkarneyn pasajında (güneşin doğduğu yer olarak) işaret edilmişti.
Ayrıca daha evvel de Rasûlullah’a bir gün Mekke’ye döneceği vaat edilmişti:
85.Şüphesiz ki Kur’ân’ı sana farz kılan Allah, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.”
(Kasas/85)
Burada ise, Hudeybiye Antlaşması bir fetih/zafer olarak nitelenmekte ve bunun daha açık ve daha büyük bir zaferin yolunun açılışı olduğu beyân edilmektedir.
5-6, 9.. âyetlerin, teknik olarak ve anlam açısından mevcut Mushaf’taki yerlerinde –ki bu, Mushaf tertip heyetinin gafletinin eseridir– tertip edilmeleri mümkün değildir. Bu âyetleri, mevcut Mushaf’taki yerlerinde tercüme edenler, ekleme ve çıkarmalar yaparak, kelimeleri ve edatları ihmal ederek çevirmek zorunda kalmaktadırlar. O nedenle biz 5-6. âyetleri, 8. Ayete, 9. Ayeti de 28. ayete bağlayarak tercüme ettik. Kanaatimizce, Allah’ın elçi göndermesinin bir nedeni, inananların ödüllendirilmesi, inkârcıların da cezalandırılmasıdır. Bu ilâhî ilke şu âyetlerde görülebilir:
15.Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
(İsrâ/15)
6. Kâfirler; Rablerini bilerek reddedenler /inanmayanlar için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir!
7.Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler.
8.O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
9.Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”
10.Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.”
11.Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, un-ufak, toz-duman olmak, çılgın ateş ashâbı içindir.
(Mülk/6-11)
71.Ve kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, kesinlikle bölük bölük cehenneme sevk olunacak. Sonunda oraya vardıklarında kapıları açılacak. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” diyecekler. Onlar: “Evet geldi” diyecekler. –Velâkin kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden üzerine azap kelimesi hak oldu.–
“72.Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!–
(Zümer/71-72)
Âyetteki, Sana olan nimetini tamamlasın ifadesi, Allah’ın Rasûlullah’a vereceği cennet, Mekke’nin, Taif ve Hayber’in fethi, büyüklük taslayanların zilletle boyun eğmesi, zorbalık edenlerin itaat etmesi, hür ve güven içinde bir hayat sürülmesi ve Allah’ın dininin yayılması için imkânların oluşması olarak anlaşılabilir.
Rasûlullah’ın şâhitliği konusunu Ahzâb sûresi’nde açıklamıştık:
45-48.Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, seni, bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi izniyle/ bilgisiyle Allah’a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik/elçi yaptık. Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah’tan büyük bir armağan olduğunu müjdele. Kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere ve münâfıklara itaat etme, onların verdiği eziyetleri bırak, önemseme. Ve sen, Allah’a işin sonucunu havale et. Ve “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak Allah yeter.
Ahzâb/45-48)
143.Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Elçi de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir önderli toplum yaptık. Üzerinde olduğun bu hedefi/stratejiyi belirlememiz de yalnızca, Elçi’ye uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım/ bildirelim diyedir. Tesbit ettiğimiz bu hedef/strateji, elbette, Allah’ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah, imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
(Bakara/143)
8.Hani o yıldızlar silindiği/imha edildiği/uzaklaştırıldığı zaman, 9.gök aralandığı zaman, 10.dağlar savrulduğu zaman, 11-13.tanıklık edecek elçiler, tanıklık için bekletildikleri “Ayırt etme günü” tanıklık vakti belirlendiği zaman, –“14.Ayırt etme günü”nün ne olduğunu sana ne bildirdi!– 15.o gün, yalanlayanların vay hâline!
(Mürselât/8-14)
41.Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl?
(Nisâ/41)
18.Allah, doğadaki güçler/haberci âyetler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah’tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandan, en iyi yasa koyandan başka ilâh diye bir şey yoktur.
(Âl-i İmrân/18)
19.Öyleyse, şüphesiz Allah’tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil! Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir.
(Muhammed/19)
Rasûlullah’ın ve ümmetinin şâhitliği hususunda Bakara sûresi’nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.1
7. âyetteki, Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah’ındır. Allah azîz’dir, hakîm’dir ifadesiyle de, vaat edilen fetih için Allah’ın evrendeki ordularıyla yardımda bulunacağı ima edilmektedir. Allah’ın evrendeki ordularının neler olduğu da şu âyetlerden anlaşılabilir:
43,44.O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O’nun doğadaki güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O’na kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır.
(Ahzâb/43,44)
157.İşte onlar; Rablerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, kılavuzlandıkları doğru yolu bulanların da ta kendisidir.
(Bakara/157)
56.Şüphesiz Allah ve doğadaki güçleri/indirdiği Kur’ân âyetleri Peygamber’i destekliyorlar/yardım ediyorlar/arka çıkıyorlar. Ey iman etmiş kimseler! Siz de Peygamber’e destek olun/O’na yardım edin/arka çıkın ve O’nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın!
(Ahzâb/56)
10.Şüphesiz sana bağlılık yemini eden şu kimseler, gerçekte Allah’a bağlılık yemini etmektedirler. Allah’ın gücü; nimetleri, yardımları onların güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin üzerindedir. O nedenle kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah’a verdiği söze vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.
Bu âyette, Hudeybiye’de gerçekleşen biat –ki, ölüm ve savaş meydanından kaçmamak üzere biat edilmişti– ve onun önemi vurgulanmakta; Elçi’ye bağlılık yemini edenler, Allah’a bağlılık yemini etmiş sayılmaktadır. Biatla ilgili ifade, Kim Elçi’ye itaat ederse, artık o, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse; artık Biz seni onlara koruyucu [bekçi] olarak göndermedik (Nisâ/80) ifadesine benzemektedir. Çünkü Rasûlullah, ilâhî mesajlar dışında herhangi bir talepte bulunmamaktaydı. Rasûlullah’ın biat almasıyla ilgili bir örnek de Mümtehine sûresi’nde yer almıştı:
12.Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
(Mümtehine/12)
11.Bedevi Araplardan geri bırakılmış; sizinle gelmemiş olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti/alıkoydu. Hadi Allah’tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, size bir zarar dilediyse veya bir yarar dilediyse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Tam tersi Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
12.Aslında siz, Elçi ve mü’minlerin, ailelerine/yakınlarına sonsuza dek geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz, kötü zanda bulundunuz ve değişime/yıkıma uğramış bir toplum oldunuz.
13.Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için çılgın bir ateşi hazırlamışızdır.
14.Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
15.Siz, ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar: “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah, daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar: “Tam tersi, siz, bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Tam tersi onlar, pek az şey dışında anlamazlar.
16.Bedevi Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: “Siz, yakında çok kuvvetli bir topluma karşı çağırılacaksınız, onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.”
Bu âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır. Burada, zor koşullarda Hudeybiye’ye giden mü’minler ile, gitmekten kaçınıp bahaneler uyduran, tehlike arzetmeyen bol ganimetli seferlere katılmak isteyen, izin verilmeyince de, “Siz, bizi kıskanıyorsunuz” diyerek mü’minleri suçlayan iki yüzlülere dikkat çekilmekte, onların sırları ifşa edilmekte ve onlara karşı nasıl bir tavır takınılacağı bildirilmektedir.
11. âyette, Allah, size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O’na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır buyurularak onlara yapılan uyarı, şu âyetlerdeki mesajlarla daha iyi anlaşılabilir:
20-25.O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey toplumum! Uyun elçilere! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar “kılavuzlanan doğru yol”u bulmuşlardır. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yoktan yaratana? Siz de sadece O’na döndürüleceksiniz. Ben, hiç O’nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden], Kendisinden bana bir zarar dileyecek olsa, ilâhların yardımı, torpili benden yana hiçbir yarar sağlamaz ve o ilâhlar beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, ilâhlar edindiğim takdirde apaçık bir sapıklık içindeyim. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!”
(Yâ-Sîn/20-25)
38.Ve sen, gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sormuş olsan, kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse Allah’ın astlarından çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer Allah, bana bir zarar vermek istediyse, onlar O’nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O’nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De ki: “Allah, bana yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O’na sonucu bıraksınlar.”
(Zümer/38)
17.Ve eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa, onu Kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer O, sana bir hayır dokundursa da kuşkusuz O, her şeye gücü yetendir.
18.Ve O, kullarının üstünde/daha üstün olarak, isyân eden kimseleri kahredendir. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi bilendir.
(En‘âm/17-18)
17.De ki: “Eğer Allah, size bir kötülük dilediyse veya size bir rahmet dilediyse, sizi Allah’tan kim korur?” Hem onlar kendilerine Allah’ın astlarından bir yol gösterici, koruyucu yakın bulamazlar, bir yardımcı da.
(Ahzâb/17)
Bu tip insanları Tebük seferi sırasında da sahnede görüyoruz:
83.Eğer Allah seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz, hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz, ilkinde oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!”
84.Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, O’nun Elçisi’nin gerçek elçi olduğunu bilerek reddedenlerdir. Ve onlar, hak yoldan çıkmış olarak ölmüşlerdir.
85.Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.
(Tevbe/83-85)
Bu pasajın iniş sebebiyle ilgili nakiller şöyledir:
Bedevîlerden geri bırakılanlar sana diyecekler ki:… Mücâhid ve İbn Abbâs dedi ki: “Bununla Gıfar, Müzeyne, Cuheyne, Eslem, Eşca ve Dîl bedevîlerini kastetmektedir. Bunlar Medîne çevresinde bulunan bedevîlerdi. Rasûlullah (s.a) fetih [Hudeybiye] yılı Mekke’ye gitmek üzere yola çıkmak isteyince, onların da kendisi ile birlikte yola çıkmalarını istemiş; ancak onlar Kureyş’ten çekindikleri için Rasûlullah’tan geri kalmışlardı. İnsanların, o’nun savaşmak niyeti taşımadığını bilmeleri için umre maksadıyla ihrama girmiş ve hediyelik kurbanlarını beraberinde götürmüştü. Bedevîler ise işi ağırdan alarak o’na katılmamış ve işlerini mazeret olarak göstermişlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”2
15. âyette, Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur” ifadesindeki “Allah’ın sözü” ile, Tevbe/83′de zikredilen şu husus kastedilmiştir:
83.Eğer Allah seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz, hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz, ilkinde oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!”
(Tevbe/83)
Paragrafın sonunda, Siz, yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfât verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız, sizi acıklı bir azap ile azaplandırır buyurularak, kendilerine gelmeleri için bu kişilere ümit veriliyor.
17.Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah’a ve Elçisi’ne itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.
Yukarıda Hudeybiye seferi’ne katılmayanlar kınanmıştı. Burada ise, bir mü’mini seferden alıkoyacak gerçek mazeretler bildirilmektedir. Buna göre; kör, topal ve hasta için bir vebal yoktur; dolayısıyla bu mazeretleri nedeniyle savaşa katılmayanlar sorumlu tutulmaz ve kınanmazlar. Çünkü bunların savaşması zor, hatta imkânsızdır. O nedenle, bunlardan savaşa katılmalarını istemek hakksızlık olur. Bu ilke Kur’ân’da değişik yerlerde konu edilmiştir:
91,92.Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de harcamada bulunacak bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, Allah yolunda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden kimselere bir günah yoktur. İyilik-güzellik üretenler aleyhine bir yol yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
(Tevbe/91-92)
122.Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekün ayrılmaları/ seferber olmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onların her kesiminden bir grubun ayrılmaması gerekmez miydi?
(Tevbe/122)
61.Âmâya suç yoktur; topala suç yoktur; hastaya suç yoktur; sizin için de kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına malik olduğunuz yerlerden yahut dostunuzun evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Artık evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından bereketli ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize güvenlik oluşturun. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini böyle ortaya koyar.
(Nûr/61)
18,19.Andolsun o ağacın altında sana bağlılık yemini ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu/ moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile ödüllendirmiştir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
20,21.Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın sizin için kuşattığı başka şeyleri, siz yararlanasınız ve mü’minlere bir alâmet olsun, Allah sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte Allah, bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
22,23.Ve eğer kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah’ın öteden beri gelen kanunu/ uygulaması olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir yol gösteren, koruyan yakın ve yardımcı da bulamazlardı.
Bu âyetlerde de, mü’minlerden Hudeybiye’de alınan biata –ki Rıdvan biatı denilir– işaret edilmiştir. Burada Rasûlullah’a bağlılık yemini edenler övülmekte ve Allah’ın onlara vereceği nimetler bildirilmektedir. Söz konusu edilen ganimetler ise, başta Hayber ganimetleri olmakla birlikte değişik yer ve zamanlarda, Allah’ın mü’minler için müyesser kıldığı ganimetlerdir.
Ve insanların ellerini sizden çekmiştir ifadesiyle de, Kureyş ile Müslümanlar arasında olacak savaşın engellenmesi kastedilmiştir.
Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah’ın sizin için kuşattığı başka şeyleri [siz yararlanasınız] ve mü’minlere bir alamet olsun ve O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir ifadesinde, birinci gerekçe hazfedilmiş ve bağlacıyla, ve mü’minlere bir alâmet olsun diye ikinci gerekçe yer almıştır. (Bir çokları ibareyi, ve bağlacını ihmal ederek çevirmişlerdir.) Biz, birinci gerekçeyi, paragraftaki söz akışına göre “siz yararlanasınız” şeklinde takdir ettik.
22-23. âyetlerde, Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah’ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı ifadesindeki, “Allah’ın kanunu”, birçok yerde zikredilen, Allah’ın mü’minlere ve elçilerine yardım edeceği, onları yücelteceği ilkesidir:
123-127.Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir’de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah’ın koruması altına girin.
(Âl-i İmrân/123-127)
39-41.Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah’a âittir.
(Hacc/39-41)
Ayrıca Muhammed/7,1, Mücâdele/21, Saffat/171-173, Mü’min/51.
24,25.Ve Allah, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin vadisinde; Hudeybiye’de, Allah’ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen ve sizi Mescid-i Haram’dan ve ayarlanmış hedylerin/ hac yapanlara gönderilen yiyeceklerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı kesinlikle onlardan Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.
26.Hani kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah, Elçisi’nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu/ morali indirmiş ve o mü’minlerin “takvâ/Allah’ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti/sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.
Bu âyet grubunda mü’minler ve müşrikler arasında meydana gelebilecek büyük felaketlerin engellendiği beyân edilmektedir. Bu hâdisenin târihsel anlatımı şöyledir:
Mekkelilerden 80 kişi silahlı olarak Peygamber’i (s.a) ve ashâbını gâfil avlamak isteği ile Tenim dağı’ndan aşağıya indiler. Bize herhangi bir zarar veremeden onları teslim aldık ve hayatta bıraktık [öldürmedik]. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke’de onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi buyruğunu indirdi.3
Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî dedi ki: Hudeybiye’de Peygamber (s.a) ile birlikte yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de sözünü ettiği ağacın dibinde bulunuyorduk. Biz, bu durumda iken üzerimize silahlı 30 genç delikanlı çıkıverdi. Yüzümüze doğru hücum ettiler. Peygamber (s.a) onlara beddua etti, yüce Allah onların gözlerini aldı. Rasûlullah (s.a) onlara, “Sizler herhangi bir kimsenin ahdine [emanına] sığınarak mı geldiniz? Yoksa herhangi bir kimse size bir eman mı verdi?” diye sordu. Onlar, “Hayır, öyle bir şey yok” dediler. Peygamber de onları serbest bıraktı. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi… onların ellerini sizden… çekendi âyetini indirdi.4
Seleme b. el-Ekva dedi ki: “Henüz barış görüşmeleri yapılıyorken Ebû Süfyân geliverdi. Vâdi silahlı adamlarla dolup taşıyordu.” (Seleme) devamla dedi ki: Kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar vermek imkânını bulamayan silahlı 6 müşriği önüme katarak getirdim ve onları Rasûlullah’ın (s.a) huzuruna çıkardım. Ömer ise yolda, “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz bizimle savaş hâlinde olan bir topluluğun üzerine gidiyoruz. Bizim ise beraberimizde silah da yok, savaş araç-gereci de yok” dedi. Rasûlullah (s.a) bunun üzerine yoldan Medîne’ye haber gönderdi de, oradaki bütün silahları, savaş araç ve gereçlerini getirdiler, Rasûlullah’a (s.a), Ebû Cehl’in oğlu İkrime senin üzerine 500 atlı ile birlikte geldi” diye haber verildi. Rasûlullah (s.a) Hâlid b. el-Velîd’e, “İşte bu senin amcan oğlu, üzerine 500 kişi ile birlikte geliyor”’ dedi. Hâlid, “Ben Allah’ın ve Rasûlü’nün kılıcıyım” dedi. Bunun üzerine o gün kendisine ‘Allah’ın kılıcı’ adı verildi. Beraberinde bir grup atlı ile birlikte yola çıktı, kâfirleri bozguna uğratarak Mekke bahçelerine sığınmak zorunda bıraktı. (Bu rivâyet daha sahihtir. Aralarında çarpışma taşlarla olmuştu. Oklarla ve yayların uçlarıyla çarpıştıkları da söylenmiştir.)5
25. âyetteki, Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı ifadesiyle kastedilenler, Mekke’de müşriklerin arasında bulunan hicret edememiş mü’minlerdir. Bunlardan ismi bilinenler şunlardır: Seleme b. Hişâm, Ayyaş b. Ebî Rebia, Ebû Cendel b. Süheyl.
27.Andolsun ki Allah, Elçisi’ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz” vizyonunu hak ile doğru çıkardı. Öyleyse Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast/yakın bir fetih kıldı.
Bu âyet, Rasûlullah’ın yıllar önce Mekke’de gördüğü bir vizyonun gerçekleşmesine işaret etmektedir. İsrâ ve Yûsuf sûrelerinde bu konuya değinilmişti. Burada işaret edilen rüya değil, vizyondur. Âyetten anlaşılacağı üzere Rasûlullah, Mekke’yi feth ve hacc için Mekke’ye girdiğini görmüştür, ki bu, Yûsuf peygamberin çocuk iken anne-babası ve kardeşlerinin kendisine secde etmelerini [teslim olmalarını] görmesi gibidir.
Vizyonun gerçekleşmesinin ötesinde bu âyette, Mekke’nin fethinden ast/aşağı olan bir başka fethin de yakın olduğu müjdelenmektedir. Henüz Mekke fethedilmeden inen bu âyetteki fetih, “Hayber’in fethi”dir. Zira Hayber’in fethi, her açıdan Mekke’nin fethinden aşağı seviyededir.
28,9Allah, hak dini bütün dinlere üstün kılmak için; 9Allah’a ve Elçisi’ne iman etmeniz, O’na yardım etmeniz, O’na saygı göstermeniz ve her zaman O’nu her türlü noksanlıktan arındırmanız için Elçisi’ni doğru yol kılavuzu Kur’ân ve hak din ile gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.
29.Muhammed, Allah’ın elçisidir./Allah’ın elçisi Muhammed ve onunla beraber olan kimseler de, Allah’ın, kendileriyle düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah’ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek Allah’ın birliğini öğretenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak görürsün. Onların Allah’a teslimiyetlerinden nişanları, tüm varlıklarında/ her taraflarında belli olur. Bu, onların Tevrât’taki örnekleridir. Onların İncîl’deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere bağışlama ve büyük bir ödül söz vermiştir.
Mü’minler ve insanlık için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, başta Hudeybiye seferi hususunda gevşek davranan mü’minler uyarılmakta; ayrıca Rasûlullah ve mü’minlerin geçmişteki örnekliği konu edilmektedir:
• Allah, hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi’ni hidâyet ve hakk din ile göndermiş ve şâhit olarak da Allah yeter.
• Muhammed, Allah’ın Elçisi’dir.
• Onunla beraber olan kimseler, Allah’ın, kendileriyle düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.
• Rasûlullah ile beraber olan mü’minler, Allah’ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû ederler [şirk koşmazlar], secde ederler [Allah’a teslimiyet gösterirler].
• Onların secde izinden [Allah’a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Onların Müslüman olduğu her hallerinden belli olur.
• Bu, onların Tevrât’taki örnekleridir.
• Onların İncîl’deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider.
• Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.
Allah’ın dinini mutlaka ortaya çıkaracağı, daha evvel zikredildiği gibi Tevbe sûresi’nde de zikredilecektir:
33.Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din’in; hepsinin üzerine çıkarması için Elçisi’ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir.
(Tevbe/33)
9.Allah, ortak koşanlar hoş görmese de Elçisi’ni, hak dini bütün dinlerin üzerine çıkarması için doğru yol kılavuzu ve hak dinle gönderendir.
(Saff/9)
142.İnsanlardan aklı ermeyenler, “Bunları, mevcut hedeften/stratejiden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu ve batı [tüm yönler] yalnız Allah’ındır. O, dilediği/ dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.”
(Bakara/142)
Âyette mü’minler, “kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler” şeklinde nitelenmiştir, ki vahiy terbiyesi alan insan bu nitelikte olmak zorundadır: Mâide/54, Tevbe/123, Enfâl/61, Hicr/88-89, Şu‘arâ/215, İsrâ/23-24.
Bu âyetlerde Rasûlullah ile birlikte olan sahabe övülmüş, Allah’ın onlardan razı olduğu bildirilmiştir. Kendilerini Allah yolunda feda edecek olanlar başka yerlerde de övülmüşlerdir:
21.Andolsun ki Allah Elçisi’nde, sizin; Allah’ı ve son günü uman ve Allah’ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır.
(Ahzâb/21)
7,8.Allah’ın, o kent halkından, Elçisi’ne verdiği fey’ler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah’a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah’ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah’a ve Elçisi’ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır.
9.Onlardan önce o yurda ve imana yerleşen kimseler de, kendilerine göç edenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.
(Haşr/7-9)
18,19.Andolsun o ağacın altında sana bağlılık yemini ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu/ moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile ödüllendirmiştir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Fetih/18-19)
Burada övülenler, asıl anlamıyla sahabedir, daha sonraki geniş anlamıyla sahabe değildir.
Âyetteki, Onların secde izinden nişanları yüzlerindedir ifadesi, kaynaklarda genellikle “çok secde etmeleri sebebiyle mü’minlerin alınlarında meydana gelen durum” veya “geceleri namaz kılan ve secde edenlerin yüzlerinde oluşan güzellik nûru” olarak namaza endeksli olarak açıklanmıştır.
Hâlbuki burada konu edilen bunlar değildir. Hatırlanacağı üzere secde’nin, “kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demek olduğunu; vech/yüz sözcüğünün de “kişinin tüm benliği”ni temsil ettiğini birçok yerde ifade etmiştik. O nedenle, burada maksat, onların Allah’a teslimiyetlerinin ve mü’min olduklarının her hâl ve davranışlarından belli olduğudur:
24,25.Görmedin mi; hiç düşünmedin mi, Allah nasıl bir örnek verdi? Güzel bir söz, kökü, sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle örnekler verir.
(İbrâhîm/24-25)
Mü’minlerin önceki kitaplardaki örneği Kur’ân tarafından bildirilmiştir. Asıl örnekler maalesef mevcut değildir. Kur’an’ın konu ettiği de eldeki muharref Tevrat ve incildeki değildir. Buna rağmen, muharref Kitab-ı Mukaddes’te benzer anlatımlar mevcuttur. Onlara bir göz atalım:
Sonra Îsâ şöyle dedi: “Tanrı’nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama benzer. Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama, tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı, sonunda da başağı dolduran taneleri verir. Ürün olgunlaşınca, adam hemen orağı vurur. Çünkü ürünü biçme zamanı gelmiştir.” Îsâ sonra şöyle dedi: “Tanrı’nın Egemenliğini neye benzetelim, nasıl bir benzetmeyle anlatalım? Tanrı’nın Egemenliği, hardal tanesine benzer. Hardal, yeryüzünde toprağa ekilen tüm tohumların en küçüğü olmakla birlikte, ekildikten sonra gelişir, tüm bahçe bitkilerinin boyunu aşar. Öylesine dal-budak salar ki, gökte uçan kuşlar gölgesinde barınabilir.” 6
Îsâ onlara bir benzetme daha anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir adamın alıp tarlasına ektiği hardal tanesine benzer” dedi, “hardal tüm tohumların en küçüğü olduğu hâlde, gelişince bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Öyle ki, gökte uçan kuşlar gelip dallarında barınır.” Îsâ onlara başka bir benzetme anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir kadının alıp tüm hamuru kabartmak için üç ölçek una karıştırdığı mayaya benzer.” Îsâ bütün bunları halka benzetmelerle anlattı. Benzetme kullanmadan onlara hiçbir şey anlatmazdı.7
Sonra Kuzu’nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. Onunla birlikte, alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu 144.000 kişi vardı. Gökten, gürül gürül akan suların sesini, büyük bir gök gürlemesini andıran bir ses işittim. İşittiğim ses, çenk çalanların çıkardığı sese benziyordu. O 144.000 kişi, tahtın önünde, dört yaratığın ve ihtiyarların önünde yeni bir ezgi söylüyordu. Yeryüzünden satın alınmış olan bu kişilerden başka kimse o ezgiyi öğrenemedi. Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse o’nun ardından giderler. Tanrı’ya ve Kuzu’ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır. Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.8
Yâ Rabb! Halkları gerçekten seversin, Bütün kutsallar elinin altındadır. Ayaklarına kapanır, sözlerini dinlerler.9